Duygu Ülkü

Tarih: 03.06.2021 23:34

“Her Hicaptan Mahrem Nihan Olayım..! “

Facebook Twitter Linked-in

Hicap, utanma anlamına gelir. Bir diğer anlamı da perdedir. Bu perde, gizlenmek istenen şeyin üstünü örter. Bir insan utandığında kendini ortaya koyamaz mesela... Ve gözlemci ile arasına bir perde girer. 
Mahcup; örtülü olana, hicap duyana denir. Mahcubiyeti en temiz ve saf haliyle çocuklarda gözlemleyebiliriz. Utandıklarında yüzlerini gizlerler. Bazen de kaçarlar. Yüzlerinde utangaç bir gülümseme olur. Yine aynı mahcup ifadeyi birbirine aşık olan insanlarda da gözlemlemek mümkündür. Yahut biri çok derinden ve sizi biliyormuşcasına size baktığında utanırsınız. Arifan kültüründe ilk varlık sahasına çıkan cevhere bir ayna tutulduğu, cevherin aynadan kendi aksini gördüğünde utandığı anlatılır. Yine semavi dinlerde, Adem ve Havva’nın “yasak elma"yı yedikten sonra utandıkları ve vücutlarını örtmeye çalıştıkları rivayet edilir. 
Bu örneklerle utanç duygusuna biraz daha yaklaşalım ve herkes kendi deneyimleri ile tefekkür etsin diye konuya başladım. 
Şimdi meseleyi biraz açalım.
Bugün bilim çevrelerinin ekseriyetinin kabul ettiği Big Bang teorisine göre; evren tek bir noktadan açıldı ve her boyutta biraz daha kesifleşti ve teferruatlar açıldı. Utanmak da bu teklikten ikiliğe /çokluğa geçmenin bir sonucudur.
Biri bizi gözlemlediğinde, imtihan ettiğinde yahut yalnızca “fark” ettiğinde utanırız. Yapılan deneylerde; genetik olarak birbirine en uzak insanların birbirinin kokusunu beğendiği gözlemleniyor mesela... Bu kokuyu her birimiz etrafımıza saçıyoruz ve aşıkların hicabı belki bundan kaynaklanıyor. 
Farklı olanın “fark"ı fark etmesi... Ve iki zıddın arasındaki cezbe/cazibe...
Aşıklar ilk karşılaşmalarda, buluşmalarda mahcupturlar. Birbirine kaçamak bakarlar. “Cem"allerini/ yüzlerini gizlerler. Bir araya gelip ortak bir yaşam kurduklarında ise artık farklar cem olmuştur. Yani ikilik kalkmış; adeta birlik olmuştur. Ve böylece eşlerden biri bir yerde üryan kalsa; ötekilerin bakışlarından kendi eşinin arkasına sığınır.
Aslında utanmak korkunun bir çocuğudur. Her birimiz ötekinden,  yabancıdan korkma eylemindeyizdir.
Peki korku nedir? korku celal/acı beklentisinin bir sonucudur. Yani varlık tek bir noktadan devamlı üreyerek çoğalıyorken, evren genişliyorken, tüm bu doğumlar/oluşlar bir sancıyla olur. Her bölünme, parçalanma, doğum sancılıdır. Bu sancıya bu acıya celal  denir. Biz de cemalini sevdiğimizin celale uğramasından korkarız.  Cem/birlik içinde bir düzenimiz, gelirimiz, sağlığımız olduğunu düşünüyorsak mesela, tüm bunları varlığımıza ne kadar cem etmişsek; yani içselleştirmiş ve sevmişsek, yokluğundan da o kadar korkarız.
Dolayısıyla korku; cem halinde olan düzenimizi, dirliğimizi kaybetme korkusu iken, utanma; bize kendimizi cem/tam değil, eksik hissettirene karşı duyulan korkudur. Yani kendisiyle, yahut kendisinin onayıyla tam,cem,kamil olacağımızı düşündüğümüzle aramızdaki çekimle karışık korku utanmaktır.
İkisi de korkudur çünkü bilinmezlik içerir ve ötekinden/yabancıdan gelir. Utanmak duygusunu veren korku, cem olma ümidini de içerdiğinden, yani cazibeyi de içerdiğinden, cem olmak istediğine karşı mahcubiyet olarak ifade bulur. Yani bizi cezbedenden veya onanmasına ihtiyaç duyduğumuzdan, ondan gelecek ile cem olacağımızı düşündüğümüzden, ondakini ümit ederiz. Ancak ondakinin layıkı olarak kabul görmemekten de korkarız. İşte utanma tam burada doğar.
Kendini tamam olmuş, kamil gören veya hakir gördükleri ile iletişimde olan biri utanmaz. Utanmak, parçanın bütüne iştiyakinin/motivasyonunun sonucudur. 
İnsan mukayeseye ilişkin hususiyet açısından kendisinden üstün bulduğuna mukabil olan kusurundan utanır. Fakir insan kendisi gibi fakirin yanında utanmaz fakat zenginin yanında utanır. Cahil insan cahilin yanında rahatken alimin yanında utanır... Yani utanç için ikilik , mukayese ve kusur gerekir. İnsan kusurunu ancak zıddıyla ilişkisinde bilebilir ve ilk tepkisi hicaptır. Yani kusurunu gizlemek ister. Tabi burada zıtlıktan kastımız çoğu kez hakiki değil mukayese kaynaklı zıtlıktır. Yani fakirinde zengininde varlığı vardır ve fakirin fakrı zengine göredir. Ya da cahilinde aliminde ilmi vardır ve cahilin cehli alime göredir. Bu tarz mukayeseye konu vasıfların nicelikleri sonlu olacağından , daima kendisinden üstün olanın tahayyülü mümkündür. O halde sonlu olan daima kusurlu olacaktır. Bir şey sonlu iken onun bittiği yerde başka bir şey başlar ve böylece ikilik olur. Sonsuzda ise ikilik mümkün değildir. Demek ki asıl kusur bir sonu olmaktır. Ve sonsuzluk ancak mutlak birde mümkündür. 
Hatırlayalım; Ademle Havva sonsuz hayat ağacı ve yok olmayacak bir mülkle kandırılmıştı. Bunun üzerine o ağaca yaklaştılar ve çıplak olduklarını farkettiler ve kusurlarını gizlediler. Böylelikle insanoğlu o sonsuzluğu keşfetmek üzere esfeli safiline atıldı. Nesiminin dediği gibi "Gevheri la mekan menem , men bu mekana sığmazam" diyebilmek ve kusurundan kurtulmak için. 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —