10 Aralık İnsan Hakları Günü mesajında terörle mücadelenin kararlılıkla sürdüğünü vurgulayan mesajında, “Önce Terörsüz Türkiye, ardından kalkınma ve huzurun merkezde olduğu Terörsüz Bölge hedefine ulaşacağız” diyen aynı Erdoğan, insan haklarının korunması için küresel barışın şart olduğunu da altını çiziyordu.
Özgür Özel’in 10 Aralık İnsan Hakları mesajında ise evde pijama ile oturup, insan haklarının garantisi denen demokrasinin gelmesini beklemenin keyfinin bir şafakta kapınızın zilinin nazikçe çalmasıyla değil, sertçe kırılması ile bozulacağını belirtiyordu.
Tabii bu arada memleketin beklediği karların yağmadığı ve yeni bir beyaz sayfanın açılmadığını belirten, Demirtaş’tan eylesine bahseden DEM ve diğer siyasi partilerin yanı sıra kaz, saz geceleri ile memleketi kurtaran STK’lar, kaymakamdan valiye hatta nüfus müdürüne kadar 10 Aralık İnsan Hakları Günü ile ilgili hazır al/yapıştır mesajlar da yağıyordu.
Evet, bir 10 Aralık günü daha hatırlanan İnsan Hakları Günü’nden bir gün önce Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı “diploma davasının” duruşmasına ait X’te paylaşılan ses kaydını “retweet ettikleri gerekçesiyle” TCK 286 kapsamında gözaltına alınan şair Oğulcan Kütük ve beraberindeki 2 kişinin serbest bırakıldıkları haberini alıyor, ‘O be diğerleri gibi bunlar da tutuklanmadılar…’ diye sevinirken diğer bir tartışma daha vardı…
O da biz Ardahanlıların en çok yaşadığı söylenen ama ‘siyasette yoklar’ denecek kadar etkileri olmamakla eleştirilenler de Göleli Hacı Sait Üstündağ ile Hanaklı cafeci ve başında olduğu derneğin kongresini bile yapamayan Kars, Ardahan ve Iğdır Beylikdüzü Dernek Başkanı Temel Altıntaş’ın yanı sıra eğitimde adı olmayan ama düzenlediği sözde burs geceleri ile yılda bir ortaya çıkıp sonra bir yıl kayıp olan STK’larımızdan Ardahan Eğitim Vakfı hâlâ doğru dürüst karların yağmadığı, kaza tat veren dondurucu soğukların yaşanmadığı ama yüksek rakamlı doğalgaz, elektrik faturalarını şimdiden yaktığı için tezekle ısınan yüksek rakımlı fakir Ardahan’dan değil, Trakya, Afyon’dan getirdikleri ve tavuk mu, kaz mı, hindi mi anlaşılmayan yemeklerle birlikte düzenledikleri kazlı, sazlı geceleri ile başta barış sürecini olmak üzere kayyumluk Esenyurt’u, Ardahan’ı, Ardahanlıları ve ülkeyi kurtardıklarını izliyorduk.
Ve o tartışmanın yerine kayyum oturtulan Esenyurt’un Kürt, CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer ile Alevi vatandaşlar arasında yerelden ulusala yansıyan kavga olmazsa da sert bir dille olan gereksiz bir tartışma vardı.
Çaldıran’da Şah İsmail’e karşı birlikte savaştık deyip demediği tartışılan Özer’e tepki gösterenlerin çoğunun, Özer başkan adayı olduğunun ilan edilmesi ardından kendisine zaten oy vermeyenler arasındaydı.
Osmanlı Padişahına, İran İslam Cumhuriyeti’ne sınır Çaldıran’da yenilen Şah İsmail’in sabrını ortaya koyamayanlar ile Kürt profesörün arasındaki ceviz kabuğunu doldurmayan bu tartışmaya baktığımda Ayşe Tulun’ın “İki Padişah, Bir Kadın” adlı kitabına göz atıyor, iki padişah arasında yaşanan savaşın sadece erk olmak değil, güzelliği kadar bir erkekten daha güçlü ve yiğit bir insanın ve kadının rolünün de olduğunu görüyordum.
Ve geçemediğim Üsküdar’dan gidip, Hz. Yuşa’nın tepesi denen tepede zevkle izlediğim İstanbul’daki 3. köprüye adı verilen Yavuz tahta gelmeden önce Şah İsmail ile II. Selim ve öncesine dayanan gerginliğin Prof. Dr. Ahmet Özer’in de memleketi olan Kürtlerin yaşadığı, Ardahanlı Vali Ozan Balcı’nın kayyum olduğu Van Çaldıran’da yapılan kanlı savaş ile son bulması ve bu savaştan sonra da Alevilerin zulüm görmesine neden olan olayların nasıl olup Kürt-Alevi düşmanlığına çevrilmeye çalışıldığını da izlediğimiz bu saçma tartışma ve süreçte en net görünenin ezildiklerini iddia eden iki halkın kendi insan haklarını unutup, kayyum konusu başta olmak üzere birçok sorunu unuttukları gibi başlatılan sürece de zarar veren söz ve açıklamalara neden olduğunu da izlemenin üzüntüsünü yaşıyordum.
Çünkü, İnsan Hakları konusunda çok hassas olan (!) mevcut 23 yıllık iktidarı sevindiren gelişmelerdir bu yaşananlar ve bir yandan Alevilerin de yaşadığı ve zulüm gördüğü Suriye’ye çıkarma yapmaya hazırlandığı iddia ve tartışmaların yanı sıra diğer yandan kayyumlardan, güçlü genel bir af bekleyen hapiste olanlardan bahsedilmesini gölgeliyor ve başta CHP’liler ile Barzani ve Öcalancı Kürtlerin birbirine girmeleri sağlanmış, gerçek gündem unutturulmuştu bu tür saçma sapan, gereksiz, abartılı içi boş tartışmalar.
Ve bizim şu günlerde yeni yıl mesajlarını toplamaya çalıştığımız ama oldukça zor bir dönem geçirdiklerini, gelen yıl sonu ile vergi, muhasebe, noter, harç ödemelerinin de üzerine geldiği olağanüstü ekonomik sıkıntıda olduklarını belirten iş dünyasının gündeminde olmayan ve yeni yılda ailece izlediğimiz dansözlü ama havuzlu TV’leri seyrederken zevkle nasıl kıracağımızı şimdiden düşündüğümüz bir ceviz kabuğu doldurmayan bu ülkenin gerçek gündemini ve insan hakları tartışmalarını gölgeleyen saçma tartışmalar…
Ve yazımı bitirirken bugünkü yazımın başlığının niye “Şah İsmail ve Kürt Ahmet Özer… Ve Amerika…” olduğunu notunu da buraya düşüp, noktayı koyayım…
Ha, bu arada bugünkü yazımıza konu olan kadın, Taçlı Begüm Hatun Şah İsmail’in eşidir. Güzel olduğu kadar da kahraman ve yürekli bir kadın olan ve kendisini evlendirmek isteyen babasına, “Eğer bir kimse mızrak ve kılıç kavgasında benden üstün olursa veya güreşte beni yenerse kabulümdür” diyen yiğit kadınlardan olan milyonlarca Alevi, Ezidi, Arap ve Türkmen kadının, çocuğun yaşadığı Suriye’de Amerika’nın İsrail’le birlikte Suriye üzerinde Ortadoğu’da oynadığı karanlık oyuna gelmeyelim diyorum.
Çünkü Ortadoğu’daki siyah petrolü haklarını aradığımız insan kanıyla sulandıran Amerika’nın samimi olmayan “Savaşmayın, çatışmayın, barışın” dediği oradaki Kürtleri yıllardır eğitip silahlandırdığı, dünya normlarında sıkıntı yaratacak yeni iddialarla sahneye çıkan İsrail’in Suriye’deki silahlı güçlere yapacağı istihbari destek ve şu an içte pamuk ipliği ile devam ettiği söylenen yeni sürece zarar verecek bir adımda aynı Amerika’nın, “Aha çekiliyorum, ne yapacaksanız yapın… Bana ne…” dediğinde yapılacakların, yaşanacakların bölgedeki Alevi, Kürt, Türk, Arap demeden herkesi olduğu gibi “İnsan haklarının korunması herkesin görevidir” diyen Erdoğan’ı başta olmak üzere Türk, Kürt demeden hepimizi üzecek, İsrail saldırıları ardından Zengezur hattı ile bozulan İran gibilerini de sevindirecek diye korkarım.
