Dün, erkenden önce her pazar saat 15.00’te canlı olarak sunduğumuz “Gazetecilerle Gündem” programının yayınlandığı TEMPO TV’ye uğrayıp, orada beni bekleyen misafirlerimi alıp, bu kez bugün bir Ağrılı’nın başkanı olduğu Serhat Ardahanspor’a başkanlık yaptığı esnada başta Marsilya’dan gelen 1 milyon TL olmak üzere 39 milyon toplandığı ileri sürülen İstanbul gecesinin hesabını vermemekle suçlanan hemşehrimin sahipliğini yaptığı diğer bir TV kanalının hemen yanında bulunan işkembeciye uğruyor, birlikte içtiğimiz çorbalarımız eşliğinde benimle görüşmek isteyen hemşerilerimle sohbet edip, başta Ardahan Belediye Başkanı ile ilgili olmak üzere benim “gerçek gazetecilik” çaba ve anlayışı ile yazdığım onca haber ve yorumlarımız üzerinde, samimi bir ortamda kritikler yapıyoruz.
Yeni bir barış sürecinin yapıldığı ama bir taraftan da “Hımmm, haaaa, gerekirse ve dediğimi yapmazsan bir gece ansızın toplarımla, tanklarımla gelirim” diye gözdağı verilen Suriye benzetmeli bir sohbetin ardından, “şimdilik” sulh sağlanıp, tarafların atacağı adımların atılmasına zaman tanındığı gibi bir ortamla biten ve tarafların samimiyetinin teraziye konulup bittiği sohbetin ardından bu kez yolumuz, kitap fuarının olduğu TÜYAP’a doğru akıyordu.
Ve “Her yerde varız ama o çok istenen birliğin, beraberliğin bir türlü sağlanamadığı için ‘Güçlü Bir Ardahan Lobisi’ denilen ışığın istendiği gibi Ardahan ve Ardahanlının üzerinde tutulamadığını bir kez daha bize gösteren” bir duruma daha şahit olduğum TÜYAP’ın protokol kapısında beni bekleyen Ardahanlı hemşerim, dostum, akrabam, TÜYAP Protokol Şefi Çetin Sural kardeşimin beni ve eşimi “hoş geldiniz” diyerek, güzel yüzlü, nazik davetiyesiyle aldığı TÜYAP protokol salonunda da konu Ardahan ve Ardahanlıydı.
Bir yandan hemşerilerimle birlikte geçen bir günü tamamlarken, diğer yandan da ulusal gündemi takip edip, yol boyu yazdığım yazımı gazeteme yetiştirme telaşı içinde başımı kaldıramadığım cep telefonumun X (Twitter) akışında gelen son dakika haberlerine bakıyor, diğer yandan da onca yazar, çizerin olduğu o koskoca TÜYAP’ta bir iki Ardahanlı kitap yazarı dışında kimsenin olmadığını da öğreniyor, şu bizim yıllar önce gerçekleştirdiğimiz birinci ve sonuncusu olan İstanbul’daki “Ardahan Tanıtım Günleri”nde rahmetli Öztürk Polat’ın büyük katkıları ile bir araya toplayıp “Ardahanlı yazar çizerler” diye dernek kurdurduğum ama köprü altına düştüler diye eleştirdiğim yazar çizer denilenlerin neden TÜYAP’ta bir stant açmadıklarını merak ediyordum.
Artvin Federasyonu gibi birçok federasyon ve derneğin stantlar açıp, kendi yazar çizerlerine sahip çıkıp eserlerini sergilediklerini de gördüğüm TÜYAP’ta gözüme çarpan Hoçvan Federasyonu’nun levhasının asıldığı standı görüyor, heyecanlanıp oraya doğru yöneldiğimde standın içindeki manzaranın adeta Ardahan’ı andırdığını görüp bir kez daha üzülüyordum.
Çünkü standın içinde bulunan bir iki masa ve sandalye, Hoçvan’daki bir köy dükkânı manzaralı, erkenden alelacele toplanmış; adeta her yıl bin, bin beş yüz kişinin göç ettiği Ardahan gibi pılı pırtısını toplayıp TÜYAP’tan çekip gitmişti. Rodi Abi gibi iyi konulara dem vuran yazılar yazdığını ve kitap çıkardığını öğrendiğim ve “Acaba görebilir, tanışabilir miyim?” diye umutlandığım Hoçvanlı Dilan Yılmaz’ın afişinin de olduğu HOÇ-FED’in TÜYAP’taki o terk edilmiş standının bu hâlini fotoğraflıyordum.
Ve burada da bir Ardahanlı görememenin üzüntüsüyle geri dönüp dolaşmaya devam ettiğim aynı TÜYAP’ta başka bir standa rastlayıp sohbet ettiğim Hoçvan Hasköylü Engin Kaya abinin yanı sıra Ardahanlı yazar Nizamettin Öztürk abi, Digor’u yazan Abdurrahman Ada gibi yazdıkları ile “solcu, sosyalist, Kürtçü, radikalcılar” denen ve sistem dışına itilen yazar grubunun 12 Eylül’de basılan yayınevlerini anlatan rahmetli babamı tartıştıklarını ve rastladıkları bir kitapta babam ile Kürt yazar Musa Anter’in birlikte 1975 yıllarında hapis yattıkları Diyarbakır zindanında birlikte çekildikleri fotoğrafı konuştuklarına şahit oluyordum.
O babanın oğlu olarak ilk kez gördüğüm, babam Fevzi Yılmaz ile Musa Anter’in birlikte aynı hapiste, aynı koğuşta, aynı karede çekilen o fotoğrafın, İletişim Yayınları’nca basılan ve Musa Anter’in kızı olan Raşan Anter’in anlatımlarıyla yazılan “Reşe” adlı kitaba konu olduğunu da öğreniyor; babamın koğuş arkadaşı olan Musa Anter’in oğlu Dicle Anter’i telefonla arayıp, babamın siyasi kader arkadaşı olan rahmetli Haluk Ruşen’in de olduğu “Reşe” adlı kitabı nerede bulabileceğimi soruyordum. Çünkü o heyecanla TÜYAP’ta standı olduğunu öğrendiğim İletişim Yayınları’na sorduğumda, o kitabın kalmadığını üzülerek öğreniyordum.
Ve Ardahanlı TÜYAP Protokol Müdürü Çetin Sural’ın eşimle birlikte beni karşılayıp, TÜYAP protokol odasında Mardinli olan Rozanla adlı güzel üniversite mezununun güzel çayını içirip, haritasını ve şemasını tarif ettiği TÜYAP Kitap Fuarı’ndan; karşılaştığım babamın dostları ve takipçileriyle, sanki bozulacak diye korktuğum yeni sürecin içinde olduğu güncel konuları da konuşup, oradan ayrılırken Kürt Fezo lakaplı babamın Musa Anter ile birlikte çekilmiş fotoğrafını Engin Abi’den almakla yetiniyordum.
Ve çoğumuzun gelip ziyaret edip ama bir kitap almadan “TÜYAP’tayız, falan yazarlayız” diyerek “çok kitap okuyormuşuz” gibi hava atan fotoğrafların bolca çekildiği ve eli boş dönüldüğü TÜYAP’tan ayrılırken aldığım bir haberle bir kez daha sarsılıyor ve sarı öküzlerin bitmek üzere olduğunu anlatmaya çalışan, “Sarı Öküzden Sonra Sıra Siyah Öküzlerde” başlığı ile bir süre önce yazdığım bir yazımdaki gibi sıranın siyah öküzlerde olduğunu bir kez daha hissedip, yine bir Ardahanlı olan yazar Levent Gültekin’in de gözaltına alındığını, hem de kitap fuarında öğrenip eve dönüyordum.
Ha bu arada muhafazakâr anlayışın hükmettiği ülkede Kur’an-ı Kerim dâhil birçok kitabın sergilendiği stantları da dolaşıp işlerin nasıl olduğunu sorduğumda, onların da parasızlıktan ve ekonomik sıkıntılardan dert yandıklarını ve TÜYAP fuar alanına ödedikleri stant ücretlerini bile çıkaramadıklarını öğreniyordum.
Ve şu an adından başka anılmayan, görülmeyen Köy Enstitüleri merkezli Susuzlu Güven Kahramanoğlu yazar abimle birlikte gezip bir hayli yorulduğumuzu fark edip, Millî Eğitim Bakanlığı’nın standının da Hoç-FED standından daha perişan, bomboş bir hâlde olduğunu görüp TÜYAP’tan çıkarken; mevcut iktidarın Gençlik Kolları’nın açtığı standı da görüp, AK Partili gençlerle de sohbet edip çıkardıkları “İkinci Kat” adlı kitaplarına bakarken “İkinci derken partinin durumunu mu anlatıyorsunuz?” diye kendilerine takıldığım güzel yüzlü AK Partili gençlerin “Yok be abi, bizim AK Parti Gençlik Kolları Ankara’da bulunan AK Parti Genel Merkezi’nin 2. katında olduğu için çıkardıkları kitaba bu adı verdik” diye “2’nci Kat” adlı kitaplarını savunup söylerlerken; benim bu ismi vermekle partilerinin ikinci duruma düştüğünü ima ettiğimi fark edip “Acaba kitabın adı böyle olmamalıydı…” dercesine mahcup bir yüzle gülümseyip, eşimle bana verdikleri “2’nci Kat” adlı kitaplarla bizi “Hele git başımızdan” dercesine yolcu ediyorlardı.
