Duygu Ülkü


"Sen kendini bilmezsen Bu nasıl okumaktır?"(1)

Dünyada yaşayan insanları kabaca; değer odaklı insan ve pragmatist (fayda odaklı) insan olarak iki kategoride incelemek mümkün...


İnsanların duyguları ile düşünceleri iç içedir. Öyle ki bazen duyguları düşüncelerden ayırt etmek mümkün olmaz. Çünkü insanlar aynı nesneye baktıklarında bile beyinlerinde oluşan algı sübjektiftir. Yani aynı şeye bakarlar ama farklı şeyi görürler.

Bunu ifade etmek için en iyi örnek sanıyorum renk körlüğüdür. Renk körü bir insan yeşil çimene baktığında kırmızı görecektir. Ama çimen ne renk diye soracak olsak yeşil der... Çünkü ona bizim kırmızı olarak bildiğimiz renk, yeşil ismi ile öğretilmiştir.

Yani iki insan ayni çimene baktığında ikisi farklı renk görecek, ancak her ikisi de gördüğü şeyin rengine yeşil diyecektir. Dahası "yeşil" birini sakinleştirirken ötekini hareketlendirecektir.

İnsan bir hadise yaşadığında, hadisenin kişideki tesiri oranında vücudu tepki verir.

Vücudumuzda ve beynimizde türlü reseptörler vardır. Etkiye uygun cevabı hazırlarlar ve ilgisi olan organa iletirler. Söz konusu organ kendi bilinci üzerinden çözüm üretir ve gereğini yapar.

Beyin dışındaki organlarda verilecek cevaplar sağlıklı bir organda neredeyse bellidir.

Mesela iç organlardaki hücreler adeta organın kendisinin prototipidir.

Oysa sinir hücreleri birbirinden farklıdır. Onlar birbiriyle sürekli konuşan, dayanışan, organizasyonun nevi şahsına münhasır üyesi gibidirler.

Bu farklılık insanların bilinçlerinin birbirinden farklı olmasından kaynaklıdır.

Ve bilinç şeyleri birbiriyle ilişkilendirdiğinden, kişiden kişiye farklı algılar oluşmaktadır.

Örneğin; çok sevilen bir insana ait güzel bir parfüm kokusu , o kişi bizi terk ettikten sonra acı verici olabilir ve o kokunun olduğu yerden derhal uzaklaşmak isteyebiliriz.

Bu cevaplar çoğu zaman bilinçli bile olmaz. Ortamdan bir an evvel uzaklaşmak isteriz mesela sebebini kendimiz bile bilmeyiz. Oysa sebep; bedenin o kokuyu terkedilmeyle, ızdırapla kodlamış olmasıdır.

Yani insan karşılaştığı her nesneyi, nesneyle etkileşimi esnasında orada hazırda bulunan diğer şeylerle birlikte kodlar. Nesnelere boyunu aşan anlamlar yüklememiz bundan...

Geçtiğimiz senelerde eşim çok sevdiği, kendisini büyüten anneannesini kaybetti. Ondan yadigar olarak , eve metal bir enjektör getirdi.

Onca eşyanın içerisinden onu seçmişti.

Çünkü anneannesi Mualla Hanım, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Okulda aldığı eğitimler sayesinde elinden her iş geliyordu. Bu iğneyle koca mahallenin hemşireliğini yapıyordu.

Yani o iğne eşim için; annem dediği anneannesi, Köy Enstitüleri, mahallenin hasta, yaşlı insanları, şen kahkahaları kulaklarında çınlayan komşu teyzeler, bahçede top oynadığı arkadaşlarıydı. Hepsini anneannesine, şimdi de bu küçük metal kabın içine sığdırıyordu.

Kısacası iyilik, güzellik huzur ve güvenle kodladığımız nesnelere ve hadiselere yaklaşmak isteriz. Aksine; bize rahatsızlık, acı gibi menfi duygular vermiş nesneler ve hadiselerle karşılaştığımızda veya karşılaşma olasılığı ortaya çıktığında bedenimiz bizi o şeyin menfi zararlardan kurtulmak için GÜDÜLER.

Gözümüz kesiyorsa o şey ile savaşır alt ederiz, kesmiyorsa kaçarız.

Bedenin güdülediği şeyi yapmak hayvanın normali iken, insan güdülerine karşı koyabilmek için beyninde farklı bir bölüm geliştirmiştir.

İnsanda irade ve değer üreten önbeyin bedenimizin bizi güdülediği şeye bariyer koyar ve onu süzgecinden, terazisinden geçirir.

 

Devamı haftaya...

Görüşmek üzere...