Duygu Ülkü


Soykırım Üzerine

Soykırım Üzerine


Dünyada tanınan tek soykırımın Yahudi soykırımı olduğunu,
Türkiye’nin yürütmenin en üst düzeyinden karşılıklı arşivleri açma ve ortak araştırma komisyonu kurma çağrısına Ermenistan'ın itiraz ettiğini, Agos gazetesinin, Türkiye’nin ortak komisyon kurma önerisini Ermenistan hükumetinin reddetmesini; soykırım tartışılmaz bir gerçektir ve arşivlerin ortak komisyonca araştırılması bu yüzden gereksizdir, bu talepler Türkiye hükümetinin oyalama taktiğidir ve talepleri reddetmekle Ermenistan devleti haklıdır diyerek savunduğunu biliyor musunuz?
Soykırım kelimesinin vicdani yahut siyasi bir terim değil hukuki bir terim olduğunu;

Soykırım : Siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel nedenlerle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemidir. Bu tanımdan hareketle bu suçun vakıa olması için, öldürmek suretiyle yok etmek amacı gerekmektedir. Örneğin; Nazi Almanyası yurtdışına çıkmak isteyen Yahudilere izin vermiyordu. Çünkü amacı ülkeyi onlardan kurtarmak değildi, Tüm dünyayı onlardan kurtarmayı amaçlıyorlardı. İşte yukarıdaki tanım bu amaca matuftur. İşte bir kavram olarak soykırım böyle bir kavram. Ve konu hakkında fikri olanlar ve bu fikri ileri sürenler bu kavram kullanılarak ne kastedildiğine vakıf olma sorumluluğunu taşımalılar.
Oysaki Ermeni soykırımı iddialarını kabul edenlerin de reddedenlerin de pek azı bu iddianın ne anlama geldiğini , yani neyi kabul ya da reddettiklerini bilerek kabul ya da reddetmekteler. Oysa hakikate tarafgirlikle değil bilakis tarafsızlıkla ulaşılabilir. 

Hususen 1. Dünya Savaşı ve sonrası ulus devletlerin kurulduğu süreçte ; emperyalistlerin çıkar çatışmasının sonucu olan Anadolu halklarının yaşadığı acıların neden-sonuç analizini yapmak için insanlık tarihinin temel süreçlerini bilmek ve analize katmak gerekmektedir. 

Bugün dizayn edilen entelektüel müktesebat ise bu evrimsel analizden bihaber olarak, insanlığın acılarını topyekün halklara yüklemek eğilimindedir. 
Oysa diyalektik düşünce; asırlar önce insanlığın kazandığı bir perspektiftir ve halklara toptancı olarak bakmaz, halkları sınıfsal çözümlemeler ile ele alır. 
Bu manada her halkın mazlumları ve zalimleri olacağını kabul ederek çözümü; düzeni yani kolektif vicdanı dönüştürmekte ve bilişsel devrimde arar. 

Hususi olarak 70 darbesi sonrası aydınların tasfiye edilmesinden sonra Türkiye’de entelektüel müktesebatın neredeyse tamamını NATO'cu klik üretmiştir. 
Ve 80 darbesi ile de tasfiye edilemeyen nadide fikri ve vicdanı bağımsız aydın azınlık da faili meçhullerle tasfiye edilmiştir.
Hrant Dink,  Tahir Elçi,  Gaffar Okkan, Hablemitoğlu,  Eşref Bitlis , Uğur Mumcu...
Bunlar toplumu bölecek değil birleştirecek dinamikleri yakalamışlardı. 
Bu nedenle NATO'cu gladyo tarafından katledildiler.
Aydınlar bu emperyalist müktesebatın ezberinden kurtulma vaktinin geldiğini anlamadıkça Türkiye de tarihi misyonunu gerçekleştiremeyecektir. 

Aydınlar, tarihi açıklamak üzere, etnik perspektifin hiçbir şey açıklamaya istidadı olmayan bulanıklığı yerine sınıfsal perspektifi  yeniden inşa edemedikleri sürece yel değirmenleriyle savaşmaktan kurtulamayacaklar. Aydınlar artık tercüme edilmiş yayınları hıfzetmeyi bırakıp düşünmeye başlamalılar zira tüm dünya halkları küresel ve yekpare bir ulus ötesi sermayenin dijital diktatörlük tehdidiyle karşı karşıyalar ve yine aydınlar halkları ayrıştıracak değil, gerçek düşman karşısında birleştirecek dinamikleri keşfetmek zorundalar.
Şimdi Hrant Dink’i dinleyelim: 
“Türkiyeliyim... Ermeniyim... İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi "Batı" denilen o “Hazır özgürlükler” cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim.
Birilerinin "Bizim Ermenilerimiz" pohpohlamalarından da, "İçimizdeki hainler" kışkırtmasından da bıktım. Normal ya da sıradan yurttaş olduğumu unutturan dışlanmışlıktan da, boğarcasına kucaklanılmaktan da usandım...
...
Tabi ki atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kimileri "Katliam", kimileri "Soykırım", kimileri "Tehcir", kimileri de "Trajedi" diyor. Atalarım Anadolu diliyle "Kıyım" derdi... Ben ise "Yıkım" diyorum. Ve biliyorum ki eğer bu yıkımlar olmasaydı, bugün benim ülkem çok daha yaşanılır, çok da imrenilir olurdu.
Yıkıma sebep olanlara da, maşa olanlara da lanetim bundandır. Lakin lanetim geçmişedir. Elbette tarihte olan biten her şeyi öğrenmek istiyorum ama o nefret, ne menem bir rezillikse o... Onu tarihteki karanlık inine bırakıyor, "Olduğu yerde kalsın, onu tanımak istemiyorum" diyorum.
Benim geçmiş tarihimin ya da bugünkü sorunlarımın, Avrupalar'da, Amerikalar'da, sermaye yapılması zoruma gidiyor. Bu öpmelerin ardında bir taciz, bir tecavüz seziyorum. Geleceğimi geçmişimin içinde boğmaya çabalayan emperyalizmin alçak hakemliğini kabul etmiyorum artık.
O hakemler geçmiş çağlarda arenalarda köle gladyatörleri birbiriyle vuruşturan, onların vuruşmasını büyük bir iştahla seyreden, sonunda da kazanana, yaralının işini bitirmesi için başparmaklarıyla işaret veren diktatörlerin ta kendileridir. Bunun için de, bu çağda, ne bir parlamentonun hakemliğe soyunmasını kabul ediyorum, ne de bir devletin.
Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez. Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek.
Bunu bir gün tüm Türklerle Ermenilerin de kendi aralarında konuşabileceklerine yürekten inanıyorum. Özellikle de Türkiye ile Ermenistan'ın kendi aralarında da her bir şeyi rahatlıkla konuşabilecekleri ve düzeltebilecekleri ve onlar konuşurken, benim ilgisiz üçüncülere dönüp, "Size de artık üç nokta düşer" diyeceğim günleri iple çekiyorum.”
İşte Hrant Dink, kendisine “Hrant Dink'in arkadaşları” diyen bir grup kompradorun aksine nefreti değil sevgiyi örgütlemeye çalıştı ve onu katledenler aslında bu sevgiyi katletmek istediler.
Son olarak şunları söyleyelim; Kimse atalarının yaptığından mesul değildir. 
Geçmiş; evrimsel analize, meselenin evvel, ahir yönlerini görmemize yarar.
Ama şu çağda şu yaşadığınız coğrafyada Ermeni,Türk, Kürt bir tek çocuk aç yatıyorsa mesulsün.
Yanı başındaki komşunun meşrebi , kavmi ne olursa olsun işlediği cürümlerden sorumlusun.
Çünkü suçların çoğu, kolektif vicdandan süzülür ve sen de onun parçasısın. Onu besliyor ve ondan bekleniyorsun.
Eğer zulümlerin utançlarıyla yüzleşilmek istenci samimi ise “bugün” yani tam da bugün yeterince kırım , ölüm ve utanç içeriyor. Kimse bu utançtan mahrum kalacağım diye endişelenmesin. 
Önce Irakta , Suriye’de,  Libya’da yaşananların utancı ve sorumluluğu ile yüzleşelim. Tüm dünyaya yayılmak üzere kurgulanan Çin devletinin vatandaşlık puanı distopyasının utancıyla yüzleşelim. Çocuklarımıza kölelikten başka bir miras bırakamama tehdidi ile karşı karşıyayız. Halkları birbirine karşı kışkırtanlar küresel bir diktatörlüğün tesis edildiğini kimse göremesin,  görseler de birbirlerinden öylesine nefret etsinler ki birlikte hareket edemesinler diye kışkırtıyorlar.
Yani artık geçmişi birbirimize karşı kullanmayı bırakalım da bugün çağdaşlarımızla müşterek bir kolektif vicdanın parçası olduğumuzu ve o kolektifi değiştirmenin en dosdoğru yolunun kendimizi değiştirmek olduğunu görelim.