Para bolluğu mu, yoksa ruhsal doymazlık mı? Hayattan tat alamamak mı, yoksa var olamamak mı? Bu sistem insanları var etmiyor, yok ediyor; bunu görebilmek lazım, çürütüyor. Var kalmak daha basit şeylerle mümkün oysaki. Hayat kavramı içerisinde bu var, bedava verilmiş şeyleri anlayamıyor, göremiyoruz hâlâ; oysa o, bizlere var olma şansı veriyor. Bizler var olmayı tüketme, birbirini satma, vefasızlık, lider olup “ben” diyebilmek için her türlü yalan dolan, bencillik vesaire kavramlarla değiştirdik.
Başarılı olmaya, para kazanmaya karşı değiliz elbette; yani kendini var ediyorsan devam et. Aksi takdirde yanlış yoldasın insan çocuğu. İyi kötü bir şeyleri görünce ben daha iyi yaşıyorum. Çünkü küçük hesaplar yapmadan ilkelerime, duruşuma, ticaretime sadığım.
Her şeyin bir dengesi var. O dengeyi bozmamak, hayattan zevk almak için nefes alıyoruz; bu da açgözlü, haris ruhumuzu beslemiyor; sürekli yeni şeyler, yeni hedefler, yeni entrikalar peşinde koşturup duruyoruz. Oysa insan dinlenmeli, arada esler vermeli ruhuna, bedenine. Mutlu olan bireyler madde toplayıp biriktirmez. Maddeye sahip olmak açlıkları, eksiklikleri tamamlamıyor; aksine daha fazla hırsla kendinden koparıyor. Hele hele paylaşmadan biriktirmeyi kendine paye edinmişse, vay hâline. Biriktirilecek tek şey var: İNSAN. Bunu yaparken de sizin nezaketinizi aptallık, aklınızı korkaklık, uyumunuzu fikirsizlikle, vefayı bilmeyip kuyunuzu kazanlardan değil.
Tarlanıza, bağınıza, bahçenize girip zarar veren domuz affedilir hayvandır çünkü. Lakin sürekli kendini düşünen, etrafına zarar veren vefasız, nankör insanlardan kaçmaz; affedersen yarın yine nankörlük yapar. Fark etmek acıdır ama kesinlikle gerekli olandır. Evet, çünkü doğanın en şımarık varlığı: İnsan. Zihne yansıyan dünyasında uyuyor. Biliyoruz ki bilgi doğası gereği bir güce sahip. Elbette okuyan, bilen yönlendirmeyi başarır. Ama bu bilgi içsel dönüşümle (bilgelikle) birleşmezse dışa yönelir ve kontrol etme arzusuna dönüşür. Her zaman haklı olma ve üste çıkma ihtiyacını besler. Büyük, küçük tiranlar yaratır; diğer her şeyi nesneleştirir. Bilgi; gösteriş, silah, alet, hizmetkâr gibi kullanmayıp onu bir ayna gibi yansıttığımızda yoldaşımız olur. Zekânın bilinçli ve farkındalık hâli. Doğanın her bir köşesinin bilgelikle dolu olduğunu görebilmenin farkındalığı… İşte bu yetenektir, zekâdır. Yoksa sosyal medyada farklı forum ve platformlarda yaşadığımız sahte hayatların gösterişini, sanal olarak yaparken söyleyebileceğimiz tek şey: “Mutlu gibi çek kanka.”
Çabasını görmediğiniz hiç kimsenin samimiyetine inanmayın; çünkü esas olan hissetmek ve hissettirmektir. Herkes her şeyi bilerek ve isteyerek yapıyor; o yüzden uzak durmak lazım, duruşu olmayanlardan. Sabahattin Ali’nin dediği gibi: “Uğruna bir şeyler yaptığınız için pişman ettirmeyecek insanlar için çabalayın; sizin verdiğiniz bütün emekleri görmezden gelen insanlar için değil. Çünkü bir şeye boşa emek verdiğinin farkına varmak kadar kırıcı bir şey yok hayatta.”
Eski filmlerde sıkça görürüz. Genç kızın başına bir kitap koyarlar; “Düşürmeden yürü” derlerdi. Aslında verilen ders yalındı: Kitap sadece okumak için değil, insanı doğrultmak içindir. Düşünsenize; ne amaçla kullanırsan kullan, kitap hep aynı şeyi öğretir: Dik durmayı. Yürürken de, hayatta da nezaketi öğretir; toplum içinde konuşurken de, dinlerken de, yemek yerken de. Vefayı öğretir; siyasette ve yaşam içinde nankör olmamayı, “hep ben” diye arkadan dolanarak adam satmamayı.
Omzunu çökertmez, seni küçük düşürüp başını öne eğdirmez. Çünkü kitap diye bir mucize var hayalinde… Ve o bize hep aynı mesajı fısıldar: “Başını eğme, asaletini bozma, sonradan gören olma.”
Kitap Önerisi: Kürk Mantolu Madonna
“Bazen susarsın çünkü bir daha inanmamak ağır gelir.” (Sabahattin Ali)
ERHAN SOYAK
