Duygu Ülkü


VİCDAN YA HAK! (2)

İnsani insan yapan nedir? İnsanı diğer hayvanlardan ayıran nedir? Bu sorular uzun zamandır insanlığın sorduğu sorular...


Düşünebilmesi derlerdi eskiden...

Sonra gel zaman git zaman bilimsel gelişmelerle hayvan zekası da ölçülebilir oldu.

Hayvanların da düşünebildiği,  mesela yunusların insanlardan daha zeki olduğu söylenir oldu.

Peki insan en zeki değilse insanın bu saltanatı neyin ürünüydü?

İnsan araç yapabilen ve kullanabilen bir hayvandır dediler sonra...

Oysa maymunlar da araç yapabiliyor ve kullanabiliyordu.

“İmgesel araç yapabilme becerisi olmasın?” diye sordular.

Oysa hayvan da bunu yapabiliyordu.

Yani insanı hayvandan ayıranın niceliksel(sayısal) bir üstünlük değil, niteliksel bir üstünlük olduğu açıktı.

Peki neydi o nitelik?

Son zamanlarda felsefeciler , psikanalistler,  sinirbilimciler yeni bir şey söylemeye başladılar. İnsan tatmin olmayan, huzursuz bir varlıktır dediler.

Mesela hiçbir kanatsız hayvan uçmaya çalışmaz.

Onların icatları anatomisinin ihtiyaçlarını karşılamanın pratik yollarını aramaktan ibarettir.

Oysa insan kendi sınırlarını hep zorlamak ister.

Kocaeli Nabızdaki “Vicdan Ya Hak” isimli ilk makalede Anadolu Arifan kültürünün şifreleri ile vicdan mefhumunu çözmüştük.

İnsanı hayvandan ayıran şeyin vicdan olduğunu ayrıntılı işlemiştik. İnternet arşivimizden bulabilirsiniz.

Arifan kültürümüz vicdanın insanın kalbindeki sonsuzluk olduğunu  söylüyor.

Yunus Emre kıtlık zamanında Hacı Bektaşi Veli' den buğday istemeye gitmişti.

Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre'ye "Buğday mi? Nefes mi?" diye sordu.

Bu ifade; dilersen sana buğday veririm, yok buğday lazım değil bana kılavuzluk et dersen sana rehber olurum anlamına geliyor.

Yunus "Buğday" dedi. Halkı açtı.

Allah ona nefes verdi..

Nefes deseydi buğday verecekti belki.

Yaradan vicdan sahiplerine nefesini üfler.

O hile yapanların en hayırlısıdır..

 

Muhammedi vicdan tüm alemi kendisinden açan noktadır. Olmuş olacak her şeyi bilkuvve kendinde taşıyan sonsuz enerjidir.

Evrende açığa çıkan her şey kaynağını muhammedi vicdandan alır.

Yaradan insana vicdanı bahsetmiştir. Yani insana sonsuz bilgiyi, zamana yayarak algılayacak potansiyeli vermiştir.

İnsan böylece kendinde potansiyel olarak taşıdığının peşine düşer.  Çünkü her potansiyel varlık sahası bulmak ister. 

Ancak insan doğarken vicdanının suflelerini okumaya açık doğarken, zamanla bu kodlardan uzaklaşır. Bedenin güdülerine hapsolarak vicdanın sesini duymamaya baslar.

İşte o zaman kendisindeki potansiyelin açığa çıkma arzusunu, güdülerinin üzerinden yanlış yorumlar.

Bu da yaşamın bir parçasıdır. Zaten insandan istenen önce bu çukura düşmesi sonra vicdanını bulmasıdır.

Çünkü her şey zıddıyla bilinebilir.  Tüm renkleri bir palette bir araya  karıştırırsak, renkleri birbirinden ayırmak mümkün olmayacaktır.

Ak ve kara böylece yaşam icinde ayrılır.

Kabe bir semboldür.  Muhammedi vicdanı temsil eder .

İnsanların onun etrafında dönmesi ise; her şeyin ondan açığa çıktığını ifade eder.

Yine herkesin tek kıblesinin olması,  herkesin tek bir noktadan birbirine bağlı olduğunu ve yaşam enerjilerini bu noktadan aldığını ifade eder.

Bugün bilim çevrelerince evrenin varoluşu hakkındaki en kuvvetli teori olan Big Bang teorisi de aynı şekilde evrenin sıfır hacimli, sonsuz kütleli bir potansiyel enerjiden açığa çıktığını ifade ediyor.

Yani Kabe'nin hakikati insanın kalbindedir.

Bu nedenle Mevlana Celaleddin-i Rumi: "Kâbe’yi aradan çıkarırsan insanların gönüllerinin birbirine secde ettiğini görürsün" demiştir.

Bu bilgiler olmadan yalnız şekli ritueller üzerinden bir yere varılamaz.

Bu yüzden kendi özüne yolculuk yapmaya niyetlenene hakikat yolcusu/salik denmiştir.

İşte insandaki bu sonsuz potansiyel insandan istihkakını talep ediyor.

Vicdanının sesini susturanlar, bu potansiyelinin onu güdülediği şeyi yanlış okur.

Daha fazla güce,  daha fazla eşyaya, daha fazla tüketime yönelir.

Sonuç olarak da maddenin esaretinde debelenip durur. Bağımlılıkları onu artık içinden çıkılmaz bir yöne sürükler.

Oysa insan kendisini arzularının ve güdülerinin esaretinden kurtarabilirse bu potansiyel onu meraka yönlendirir.  Diğer insanlarla empati kurmaya başlar. Çünkü insan doğasını merak eder.

Olan bitenin nasılını, niçinini sorgular.

Okuma, öğrenme arzusu olur.

On düşünüp bir hareket eder.

Böylece aklı gelişir.  Olan bitenin arkasındaki matematiği,  evrenin çalışma dinamiğini kavramaya başlar.

Böylece öngörüleri isabetli olur. Dış dünyası sade zihninin içi ihtişamlı olur. Göreni hayran bırakır.

Ve insanı meraklandıran mefhum vicdandır.

Merak yoksa vicdan nakavt...

Bahsedilen magazinsel bir merak değil .

Kim, kiminle ne yapmış ... Kişileri olayları merak etmekten bahsetmiyoruz.

Neden böyle? Nasıl böyle?

Ne, neden, nasıl sorularını sorduran, işlerin oluşların arkasında yatana meraktan bahsediyoruz.

Merak etmediğimiz halde beynimizde olan bilgi yüktür.

Her türlü yobazlık, taassup meraksız elde edilen bilginin ürünüdür.

Madem ki her şey zıddı ile bilinir. Merak sonsuz ilmin bizden istihkakını talep etmesidir. İlmin zıddı olan zan ise sorgulamadan hıfzettiğimiz bilgiye ilişkindir.

Merak 'ben'liği / 'ben'cilliği suçlu;  zan ise haklı çıkarır.

Bu bilgiden yoksun insanlar yalnız büyük puntoları okuyabilir.

Derinliği yoktur. Az düşünür, çok konuşur... Boş konuşur...

İmtihan dünyası..

Oysa şeytan ayrıntıda, dipnotlarda gizlidir.

Letafet ve zarafet ; inceliklerin, nakışların, sanat sanat yaşamını şahesere dönüştürenlerin niteliğidir.

Kara taşın üstündeki kara karıncayı görmek inceliğindeki insanlar dünyayı dönüştürmektedir.

Sözlerimizi yine bizim Hacı Bektaşi Veli'den bir beyitle bitirelim:

"Hararet nardadır sacda değildir

Keramet hırkada tacda değildir

Her ne ararsan kendinde ara

Mekke'de Kudüs'te Hac ‘da değildir."