Bilim ve dogma pek çoğumuzun bilincinde birbirine zıt olarak konumlanmıştır.
Çünkü bilimsel bilgi kesinlik ihtiva eder. Deneylerle ispat edilmiştir.
Oysa dogma kayıtsız,şartsız inanmayı ihtiva eder.
Bu nedenle bilim insanına yahut uzmanlara inanmak herhangi bir dogmaya inanmak gibi değildir.
Ama aslında bilim insanı da dogma üretir..
Nasıl mı ? Açalım biraz...
Mesela Newton fiziğinde diğer şartlar sabitken formül üretilir.
Ekonomide bu sabitler ceteris paribus diye kodlanır.
Bilim insanları da şöyle derler: diğer şartlar sabitken x iki birim artarken y üç birim azalır..
Buradan sonuçlar üretirler.
Diğer şartlar sabitken mesela, hızını 2 katına çıkarırsan varacağın yere 1/2 zaman biriminde varırsın gibi NEDEN-SONUÇ ilişkisi kurar bilim...
Mecburuz diğer şartlar sabitmiş gibi farzedeceğiz. Yoksa iki şey arasındaki ilişkiyi kuramayız.
Bir de istatistik biliminin alanına giren korelasyon sonuçları vardır.
Mesela...
Dolunay günlerinde şiddet oranında artış gözlemleniyorsa, dolunay ile şiddet arasında korelasyon var denir.
Dolunay olduğu için şiddet artıyor gibi net bir sebep sonuç ilişkisi oluşturulmaz. Yani sebep dolunay olmayabilir. Bir sebep hem dolunaya, hem şiddete neden oluyor olabilir..
Yahut şiddet ile testosteron arasındaki korelasyon da bu şekilde hesaplanabilir.
Testosteron şiddete neden oluyor sonucuna ulaştıran bir bulgu yoktur. Testosteron salınımına neden olan hadise, şiddet eğilimine de neden olabilir .
İşte bilim insanları diğer şartları sabitleyerek iki şey arasındaki ilişkiyi çözümlüyor.
Mecburen böyle yapıyorlar.
Ama hayatın olağan seyrinde diğer şartları sabitleyemeyiz.
Hayat oda sıcaklığında seyretmez. Ve de denklemin içindeki hareketlilik diğer şartları dönüştürebilir.
Mesela denklemdeki x'i iki kat artırdığında , y ½ azalır demişsek, formülde sabitlediğimiz diğer şartlardan biri olan yahut o güne kadar haberimiz bile olmayan z de , x'in artması ile harekete geçebilir ve y'nin ne kadar azalacağına karar verebilir.
Yahut y' nin davranışında hiçbir değişikliğe neden olmaz fakat sistemi menfi yönde öyle değiştirir ki, biz keşke y'yi azaltmak için sistemin tüm ayarlarını bozmasaydık deriz.
İşte bu yüzden geçmişte umumiyetle doktorlar az az sık sık yiyin diye salık vermişken, şimdilerde yeni trend az öğün yemek olmuştur..
Az az sık sık yiyin diyen doktor önermesini, birkaç şey arasındaki ilişkiyi kurarak oluşturmuştur.
En fazla iki öğün diyen doktor başka ilişkiler kurmuştur.
Yani mesele denkleme hangi ilişkileri kurduğunla ilgilidir.
Ama o denkleme konulan şeylerin sabit varsaydığın o diğer şeylerde değişime neden olduğu ve bu değişimin sonuçları...
İşte bunların hepsini öngörmek mümkün değildir.
Dolayısıyla bu indirgemeci yaklaşım mecburen yanılır.
Böylece beslenme ile ilgili yüzlerce önerme çıkar..
Tas devri diyeti. Alkali beslenme.. ketojenik beslenme.. dört yapraklı yonca.. eliminasyon diyeti.. vesaire vesaire..
Mesela dün zararlı bakterileri yok etmek için, peynir ekmek gibi reçete edilen antibiyotik denklemde ihmal ettiğimiz faydalı bakterileri de öldürmek suretiyle pek çok insanın bağışıklık sistemini bozmuştur.
Bugün zararı kesinlikle bilinen margarin reklamlarında doktorların oynadığını biliyoruz.
Yine pek çok ekonomi uzmanının öngöremedikleri değişimler nedeniyle makro dengeleri alt üst ettiğine hepimiz aşinayız.
Şimdi uzmanlardan iyi mi biliyorsun diyenlere sormak lazım;
Hangi uzman?
Kişi işte bu noktada hangi uzmana itibar edeceğini kendi birikimi ile belirlemek zorundadır.
Bu uzmanlardan birine insanlar inanır. Bu da adı üstünde inançtır. Bu bilim insanlarının ürettiği şey de dogmadır.
Dogma: Her türlü inceleme ve eleştirmenin üstünde tutulan, doğruluğu denemesiz ve tartışmasız kabul edilen ve değişmez sayılan düşünce…
Aslında dogmayı bilim insani üretiyor görünse de, bilim insanın ortaya attığı bir önermeden ibarettir.
Onu hikmetinden sual olunmaz diye kodlayan , uzmanlar böyle söylüyor diyerek kati gerçeklik gibi sunan, sen uzmandan iyi mi biliyorsun diyerek eleştirilemez yapan çoğunlukla uzmanın kendisi değil, kendisine inananlardır.
Ancak inanmak kötü bir şey değildir.
Hepimiz bir şeylere inanmak zorundayız.
Yasamdaki tüm hadiseleri kendimiz gözlemleyecek, her şeyi kendi başımıza çözecek değiliz.
Bu önkabuller olmadan yaşamak imkansızdır.
Önemli olan, bu inançlarımızı taassup haline getirmemek, adeta çıplak gözle görülecek bir hakikatmiş gibi diğer insanlara dayatmamaktır.
Bu noktada insanlar hangi uzmanı dinleyeceğine kendi yasama baktıkları perspektif üzerinden karar verirler.
Mesela saatlerce yemek ön hazırlıkları ile uğraşmayı zaman israfı gören insanın tercih ettiği ekol ile , yemeği gurmelige , adeta yaşamın anlamına çeviren bir hayat görüşü olan insanın seçtiği ekol çok farklı olacaktır.
Mesela son zamanlarda, beslenme konusunda yeni trend; komplo teorileri üzerinden önermesini geliştiren yahut endüstriyel beslenmenin ve ilaç tekellerinin bozduğu sağlığı düzeltecek önermeleri olan doktorlara inanmaktır.
Bu da toplumun büyük bölümünde büyük sermaye gruplarına karşı bir tepki oluşmasının sonucudur.
Sistem tarafından ezilen, ezildiğini farkeden, kronik hastalıklarına hiçbir yerde çare bulamayan bu insanların alternatif kanallara yönlenmesi anlaşılırdır.
Mesela meseleleri dün, bugün, yarın ekseninde, çoklu zamanlı görmeyi sevenler için evrimsel ve yapısal analizlerin bir bütünlük içerdiği önermeler daha makul gelmektedir.
Yani insanın ve doğanın bir fabrika ayarı vardır ve bu ayar bozulursa her şey bozulur diye düşünür. O ayarın ne olduğu hem 150.000 yıllık insanlık tarihini bilmeyi anlamayı, hem de dünyaya yeni gelen bir çocuğun sistemini ve zamanla meydana gelen değişiklikleri anlamaya içerir.
Bunları analiz etmek için psikoloji , sosyoloji hatta felsefe disiplininden dahi yararlanılır.
Gördüğümüz gibi yaşamak, uzmanlara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
Sonuç olarak; her insanın kendi özünü iyi tanıması ve hayatını buna göre şekillendirmesi en doğru seçim gibi görünmektedir.
Her yaşam kendi doğrusunu, yaşama baktığı perspektiften ve bilincinin değer sisteminden oluşturur.
Denkleme ne kadar çok şey katarsak, hata payımız o kadar azalır.
Bu nedenle interdisipliner bir biçimde kendini geliştiren bir insan doğruyu yakamaya diğerlerinden daha yakındır.
Çoğu zaman düşünürler bilimin önünden giderek, yalnızca tefekkürle pek çok hakikati, yaşamın temel dinamiklerini kavramışlardır.
Bu nedenle uzmanlara bırakılmış bir hayatta siz yoksunuz. O sizin hayatınız değil. O sadece birkaç ampirik deneyden ibaret laboratuvar deneği hayatı...
Oysa;
“Yaşamak şakaya gelmez/ Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın”
(Nazım Hikmet)
Haftaya görüşmek üzere ...