Fakir Yılmaz

Tarih: 25.11.2025 17:08

Aslında Hepimiz Birer Mandıra Filozofuyuz..

Facebook Twitter Linked-in

Yazıma başlamadan önce geçtiğimiz günler içinde başkanlığını aldığım Serhat Ardahan Dernekler Federasyonu, SARDAFED’in kongresi için uğradığım bir dostumun işlettiği cafe türü iş yerini devir edeceğini ve bu konuda iş çevresini az çok tanıdığını düşündüğü benden yardım istemesi üzerine ben de kendimce, “Falan dostumun firmasının markasını taşıyan levhası buraya yakışır…” diye düşündüğüm dostlar arasında olanlarla yaptığım onca telefon görüşmesi ardından, diğer bir dostuma yazdığım bir mesajla güne ve yazıma başlamak isterim.

Çünkü o görüşme ardından, işletmesini yaptığı iş yerini devir edeceğini söyleyen ama iş yoğunluğundan olduğunu düşündüğüm yoğunluğu dolayısıyla benden istenen bilgileri bana geç ulaştırmayı unutan dosta bu kez telefonla dönüyor; sonra ondan aldığım bilgileri, devir edilmesi düşünülen iş yerine levhasını asmasının iyi olacağını kendime dert edip, samimice bir düşünce ile iş yerini devir etmek isteyenden daha yoğun olduğunu bildiğim diğer bir dostuma, iş yerini devir etmek isteyen dostumdan gelen mesajla birlikte atıyordum.

Yani hepimizin içinde olduğu keşmekeşle, dün dediğini, yediğini bir saat hatta 5 dakika sonra unutan bizleri bana ve hepimize bir kez daha hatırlatan durumu anlamanız, anlamamız için bir yazı yazmaya hazırlanırken güne önce aşağıdaki mesajlarla başlıyordum.
Ve ilk mesajımı, iş yerini devir edeceğini ve benden yardım isteyen dosta yazıyor, “Falan bey… Abi, sanırım unuttun; istediğim bilgiler gelmedi ve senin için görüştüğüm Falan beyin karşısında yalancı duruma düşmek üzereyim…” diyordum.

Ve “Fakir özür, iş yoğunluğundan unuttum…” deyip, diğer dostça benden istenen bilgileri bana yine mesaj yoluyla atan dosttan gelen bilgileri alıp, haberlerimi okutmak için sık sık haber linklerimi attığımdan dolayı beni engellediğini bana daha önceki bir görüşmemizde “Çok yoğunum, onca mesaj geliyor, yoruyor…” diyerek şakadan olsa sitem eden ama yanına her gittiğimde haberlerimi ve yorumlarımı okuduğunu da yaptığımız sohbette anladığım, algıladığımı da hatırlayıp, baba dostunun oğlu olan dostumun WhatsApp’ına değil, abisine mesaj atıyordum.

Ve kendisi kadar yoğun olan dostumun abisine:
“Abi merhaba… Senden önce patronla telefonda dün görüştüm. Onun istediği resim ve konum bu. İstanbul Mecidiyeköy’de inşaatı yapılırken onca işçinin asansör düşmesi sonucu öldüğünün unutulduğu gökdelenlerin dikildiği eski Galatasaray stadyumunun yanı başındaki yer bu.

Ve iktidara yakın beşlinin arasında bulunanların yaptığı söylenen o gökdelenlerin hemen yanında yapılan Galatasaray Oteli’nin olduğu ana caddede 3 katlı ve marka olan firmanızın levhasını en güzel şekilde temsil edecek konumda olan bir yer… Ve devir edecek.
İşletmesi Ardahanlı olan ama yer sahibi kendisi mi değil mi bilmediğim burayı devir ediyor.

Ve ben de telefonda ‘Mandıra Filozofu’ filmine başrol oyuncularından biri olduğunu düşündüğüm patrona telefon açtım, kendisine anlattım. O da ilgililere baktırmak için benden yerin konumu ve resim istedi.
Şirketinizin yönetiminde olan senin de ilgileneceğini düşünerek bunları, bu mesajımla kendisine yani patrona ulaştırırsan sevinirim. Filan isimli hemşerim ‘Bana birini bul, burayı devir edeceğim’ deyince sizin firmanızın orada olması gerekir diye düşündüm ve bu mesajı sana ve patrona yazdım. Saygılar… Fakir Yılmaz Gazeteci” diyerek, kendilerine devir edilmesini düşündüğüm iş yerine levhasını asmasını umduğum diğer dostumun abisine yazıyordum.

Ve onun da ‘Mandıra Filozofu’ filminin aktörlerinden olduğunu bildiğimden kendisinden ne “Tamam” ne “Teşekkür” diye bir mesaj bile alamıyordum.

Bu arada “Yeni çay yaptım, içer misin?” diyen ve “İçerim, içmem” demeden, beni beklemeden kulplu bardağa çayı “Ütüm kaldı” diyerek alelacele dolduran hanıma dönüp, yaşanan durumu anlatıp, içinde olduğum hayatın keşmekeşliğine birlikte gülüp geçerken; konuyla ilgili yazmayı düşündüğüm yazımın keşmekeşli gündemden etkilenmemesi için günün son dakika haberlerine bakmadan, izlemeden yazmaya başlıyordum.

Ve zaman zaman çıktığım yoldan saparak yaptığım görüntülü haberlerimde “Gazeteci yine yoldan çıktı… Siz de benim gibi arada bir de olsa yoldan çıkın…” derken ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlayıp hem o dostlara hem size hem de kendime bir kez daha acıdım.

Buna neden ise; yeniden başlayan stresi bir günün daha keşmekeşi içinde yazımı, haberlerimi yazmak, gelen telefonlara cevap vermek, aramam gerekenleri aramak için güne başlamaya hazırlanırken aslında dün geceyi de boş verip erkenden uyuduğumu ve bir hayli dinç uyanmanın enerjisiyle başına geçtiğim bilgisayarımda önüme düşen “Mandıra Filozofu” isimli YouTube videosu aracılığıyla, uzun süredir gitmediğim, gidemediğimiz sinema filmlerinden olan filmi birlikte izlemek için yanıma çağırdığım eşimle birlikte sabah sabah gerçek hayatı yaşayamadığımızı anlamamdı.

Evet, “tik, tok” diyerek ses veren ve art arda gelen WhatsApp mesajlarının “Kimden acaba?” diyerek kulak kabartan eşimin, yerlerini, oynattıkları filmlerin adlarını unuttuğumuz sinemadaymışız gibi yanımda oturup birlikte izlediği “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmi aslında hepimizin yaşamak istediği ama başta para olmak üzere birçok konuyu dert edip hızla gelip geçen ve bir sabah sela ile sonuçlanacak olan, iki metrelik toprağın beklediği hayatımızı bitiren gerçek yaşamın bir filmiydi.

Çünkü “Olmazsa yaşamın tadı olamaz” denen paraya karşı olan “Mandıra Filozofu” adlı sinema filminin başaktörü Mustafa Ali, çoğumuzun yoldan çıkıp gidip oncasının etrafımızda, yakınımızda olmalarına karşın gidip göremediği ve gerçek hayata yaşam veren, etrafımızdaki doğa gibi her geçen gün daha da betonlaştığı Muğla’nın Milas ilçesine bağlı bulunan Çökertme Köyü’nde şehir hayatından uzak yaşamanın asıl hayat olduğunu anlatan “Mandıra Filozofu” adlı sinema filminin başaktörlerinin Müfit Can Saçıntı ile Rasim Öztekin değil, hepimizdik.

Yavuz Bahadıroğlu’nun “Keşmekeş” adlı kitabında yaşayabilmek için doğanın verdiği imkânların yeterli olduğunun felsefesini unutup, başta İstanbul olmak üzere hayatı özünden kopararak yaşandı sanılan sarsıntının enkazı altında kalanların yahut kurtulanların hikâyesi dediği keşmekeş için de yaşamı unuttuğumuzu farkına varamadığımız kentlerden biri olan İstanbul’da yaşayan zengin iş adamı Cavit’in, Mustafa Ali’nin arazisini alarak otel yapmak istemesiyle Mustafa Ali’nin bize anlatmaya çalıştığı gerçek hayatın para olmadığını beyaz perdeye aktaran “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmi aslında hepimizin birer Mandıra Filozofu olması gerektiğini de bizlere hatırlatıyordu.

Ve kuzeni Şükrü’nün aşık olduğu kız Gülşah ile evlenebilmek için Gülşah’ın babasının önlerinde bulunan yerdeki cenazenin olduğu evde kızını işsiz dediği birisine vermeyeceğini, kızının yerine damat adayından minibüs istemesi sebebiyle Mustafa Ali’nin ortak olan arazinin satılmasını istemesi; bizlerin paylaşamadığı ama aslında sonuçta bir iki karış toprakla sonuçlanacak olan miraslar yüzünden açılan davaları da hatırlatan “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmini komedi diyerek izlerken, kendi halimize ağlamamız gerektiğini de düşündürüyordu.

Uzun yıllardır yoğun iş temposunda çalışan, toplantılardan çıkmayan zengin ve türkücü başkanımızın özel yatı gibi her türlü imkâna sahip birisi olan filmin diğer başaktörü Cavit Bey’in ne doğru düzgün tatil yapabildiğini ne de hayatın tadını çıkarabildiğini anlatmaya çalıştığını da beynimize işleten “Mandıra Filozofu” adlı sinema filminde asıl gülünecek olanın, Cavit Bey’in eşi diye rol alan sanatçının kendisine devamlı diyet yaptırması ve arkadaşı, çevresiyle eşi Cavit Bey’in kazandıklarını keyifle yemesidir.

Yani, “Sen çalış, çırpın, al, biriktir, yap, taş üzerine taş koyayım…” diye kendini paralarken “kazandım” diye topladıklarının bir kefen bezi kadar değerli olduğunu anlatır; sizin de kendi hayatınızın filmi olarak değerlendireceğinizi ve “Ben ne yapıyorum, bugünün dün olmaya çok az kaldığını” hatırlatacak diye düşündüğüm “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmi…

Ve Mustafa Ali (Müfit Can Saçıntı), en sonunda Cavit Bey’i (Rasim Öztekin) zorda olsa ikna edip yani hepimizin yaşadığı o keşmekeşli yoldan çıkardığı ve kendisi gibi şehirden uzak yaşayabilmek için doğanın ve o çok abarttığımız hayat keşmekeşinin bir iki küçük çaba ile daha güzel olacağını anlatıyordu “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmi.

Ve içine girip tıkandığımız o yoldan çıktığımız takdirde, çıktığımız yolun bizi yormayacak, hayatı tattıracak olan çabanın verdiği imkânların yeterli olduğu felsefesini unuttuğumuzu anlatmak içindi “Mandıra Filozofu” adlı sinema filmi.

Haydi o zaman, her gün girdiğimiz, tükenip bittiğimiz şu yol vermeyen keşmekeş hale soktuğumuz hayatın trafiğinden çıkıp; yani benim haberlerimi yaptığım esnada dediğim gibi siz de bugün gecikmeden şu içinde çıkılmaz olan yoldan çıkıp hemen sağımız ya da solumuzda bulunan ve Çökertme köyüne, köylerine, doğaya, güzel yaşama giden yola girin.

Ve o çıktığınız yolda yeni ve daha anlamlı bir hayatın sürülebileceğini anlamak için “Mandıra Filozofu” adlı sinema filminin baş aktörü olmayı bir deneyin, deneyelim. Çünkü bugünden dün olmaya ve betonlaştırdığımız doğada yer kalmadığından bir değil birkaçımızın aynı yerde üst üste uzatıldığımız Zincirlikuyu’ya az kaldı.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —