Bir kent düşünün; insanları ülkenin yerel ve ulusal basını ile medyasının en üst makamlarında olup, attıkları manşetlerle ülke gündemini belirlerlerken, o kentin ve bölgesinin sorunları hiç gündeme gelemesin…
Evet, benim de aralarında olduğum bunca basın camiasını yetiştiren bu kent yani Ardahan’ın onca okumuşu, iş insanı olmuşları ya da ülke, hatta dünyada başarıları ile bilinip tanınırken, kentleri olan Ardahan neden ileri değil de geriye gider?..
“Bilmem, ben anlamam” demeden bu yaşananlardan sen, kobuğ yiyen senin de payın var ve bu durumun baş sorumlusu olduğunu saklayamazsın, kaçamazsın…
Çünkü bugün “eyalet” denildiğinde vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapan da sensin…
Hâlbuki Osmanlı döneminde “imparatorluk” deyip kabul ettiğin Çıldır Eyaleti’nin içinde önemli bir sınır vilayeti iken, Cumhuriyet döneminde bu rütbesi sökülüp kasaba yapılırken sen olmasan da atan, deden de senin gibi duymadı, görmedi ve sustu…
Ve bir kent düşünün; bugün Trump Yolu denilen Zengezur Demiryolu ile bir kez daha zenginleşecek olan Iğdır ile aynı yıl vilayet oluyor. “Oraya havaalanı yapılıyor, hani bize?” diyenlere inat “gerek yok” denilen ilginç bir kent…
Yani sen, “kobuğ yiyenin torunu”; sen onu da anlamadın, algılamadın ve bu anlamamazlık yetmedi; saf saf, hatta biraz değil, eşekçe, bugün Ağrılı birinin futbol takımına başkan olduğu Ardahan’da “havaalanına gerek yok” dedin…
Ardahan ile aynı yıl vilayet olan Iğdır bir gümrük kapısıyla zenginleşip nüfusu artıyor, gelişiyorken; sen biri demiryolu olmak üzere üç gümrük kapısına sahip ama gümrük müdürlüğü, konsolosluk değil; sanayide, sağlıkta, eğitimde beklenenleri alamadığından terk edilirken, sen kahvede hoşgün oynayıp gelen her çantacıya oy verip, Serhat Ardahanspor’un başına Ağrılıyı getirenler gibi beleşten çorba içme derdine düştün…
Ama ne hikmetse hiç kilo almadın, cebin dolmadı, adamdan beter fakir kaldın…
Yani her yıl ortalama bin ila bin beş yüz kişinin göç ettiği bu kent “neden nüfus kaybı yaşıyor?” diye sormadığın siyasilere, kamu memurlarına kaz hıngalı yedirip “oğlumu, kızımı işe koyarım” derdine düşmedin mi?..
İnanmıyorsan jet hızıyla evlenen, bodrumuyla tartışılan üniversiteye alınan son elemanı gör ve inan…
Evet, kendi memleketini kurtaramayanların nasıl olup da ülkeyi kurtaracaklarını bir kez daha sorup; o “Nice kaymakamlar, valiler, hâkimler, savcılar, gazeteciler, paşalar, padişahlar beni istedi de ben gitmedim.” diyenler gibi; onca hâkim, savcı, vali, gazeteci, televizyoncunun yanında paşa, padişah olunmasa da siyasette, STK’da başkanı olan; “Dün tamirci çırağıydım, bugün de hayırsız biri…” pardon, iş insanı, doktoru, ünlüsü, ünsüzü oldum” diyenler; yani siz kobuğ yiyenler, bele etmekten bu kenti ve kendinizi nasıl kurtaracaksınız?..
Vallahi ben şimdi, şu an bir kez daha TEMPO TV’ye gidiyor, Gazetecilerle Gündem adlı yayınımda yukarıda anlattıklarımı bir de sözlü, canlı yayında anlatacağım, yazacağım, yayınlayacağım…
Çünkü ben gazeteciyim ve birileri gibi sinmiyorum, saklanmıyorum; olanı yazıyor, konuşuyorum…
Yani o memleketin ve bu ülkenin bir gazetecisi olarak görevimi yapıyor; hem o memleket için hem bu ülke için başımı da, kaşımı da, kalemimi de kırıyorum…
Ve ben, benim gibiler memleket ve ülke için kendilerini üzerken; sen kobuğ yemekle memleketi, ülkeyi kurtardığını sanıp yan gelip yatar, cukkayı alır, senin gibi içi boş saz ve kaz gecelerinde kazları yutar, bugün pazar yarın seçimden seçime bakar, kurtarır dersin…